17 Mayıs 2011 Salı

Mahsuni ŞERİF


                                                      Oniki Imam Dergahi`nda önüm var
                                                      Gece gündüz sohbetim var demim var             
                                                      Çok günahim varsa neden gamim var
                                                      Ali gibi Sahi Merdan a düstüm


Asil adi Serif Çirik olan Mahzuni Serif, 1943 yilinda Kahramanmaras`in simdilerde Afsin, o yillarda ise Elbistan`a bagli Berçenek Köyünde dogmustur. Ozanlik geleneginin güçlü oldugu Elbistan, Alevi inancinin en saygin de delerinin ve erenlerinin yetistigi bir bölgedir. Dedeleri, Tunceli`nin Hozat ilçesine bagli Bargeni köyünden çikmis Anadolu`nun netameli günlerinde ora ya savrularak gelip Elbistan ovasini mekan tutmuslardir. Bargeni, Alevi ocaklarindan mürsit ocagi olarak kabul gören Aguiçen ocaginin merkezidir.

Kalender Çelebi ayaklanmasi sirasinda Anadolu`nun çesitli bölgelerin den sökün eden Alevi Türkmenler, Nurhak Daglari`na siginmis, ancak Osmanlinin bu ayaklanmayi kanli bir sekilde bastirmasindan sonra çevre yörelere dagilmislardir. Bu nedenle Elbistan Ovasi`nda farkli bölgelerden gelmis, farkli ocaklara mensup Alevi Türkmenler bugün de yasamaktadir. Birçogu baskilar nedeniyle Sünnilesmis olsa da gerek asiret adlari gerekse yerlestikleri bu bölgelere verdikleri adlar, secerelerini ortaya koyuyor.

Mahzuni Serif`in büyük dedesi Seyyid Mehmet`in türbesinin bulundugu Hasan Köyü de 1800`lü yillarin ortasin da Sünniligi seçmistir. Seyyid Mehmed`in ölümünden sonra aile iki kola ayrilmis. Bir kol, Berçenek`e yerleserek Alevi inancini sürdürmüs, diger kol ise Hasanköy`de kalarak Sünni inanci benimsemistir.

Okul çagi geldiginde köyü Berçenek`te ilkokul olmadigi için Elbistan`in Alembey Köyü`nde bulunan Lütfü Efen di Medresesi`nde Kur`an kurslarina giden Mahzuni Serif, böylece eski yaziyi da ögrenmis, ilkögrenimini ancak 1956 yilinda köyüne ilkokul yapilmasiyla tamamlayabilmistir.

12 yasindan itibaren amcasi Asik Fezali (Behlül Baba)`den saz çalmayi ögrenen Serif Çirik, Alevi yol ve erkani ile tasavvuf bilgisini Sakir ve Cirik Baba`dan ögrenmistir. Cirik Baba, saz çalip nefesler de söyleyen bu kara kuru mahcup delikanliya "Mahzuni" mahlasini vermistir.
Serif Çirik bir yandan Mahzuni mahlasiyla deyisler çalip söylerken bir yandan da Mersin`de Astsubay Okuluna devam eder. 1960 yilinda Ankara Ordu Donatim Teknik Okulu`na devam eden Asik Mahzuni, sonunda ordudan kendini kovdurtarak istedigi yasam biçimine kavusmustur.

Artik Mahzuni`nin mekani siklari, ozanlarin bulustugu muhabbet sofralaridir. Ankara`da elinde sazi sik sik usta asiklarin sofralarina konuk olur. Ismini yeni yeni duyurdugu yillarda Asik Veysel ve diger ünlü ozanlar, büyük bir kitle tarafindan taniniyordu. Mahzuni Serif, ilk plagi "Iste Gidiyorum Çesmi Siyahim"i yaptigi 1967 yilinda henüz yirmili yaslarinin basindaydi.


1967`den 1980`li yillarin basina kadar Türkiye`de bir Mahzuni Serif kasirgasi esmistir. Ilk plagina bir sevda türküsü okumasina karsin Mahzuni asil çikisini Alevi tasavvufu ve yola iliskin ne fesleri ile yapmistir. Daha 18 yasinda Imam Hüseyin`e yazdigi mersiyesi karsisinda kendisinden yasça büyük olan ozanlarin takdirini kazanmistir. Özellikle de Asik Veysel`in. Asik Veysel, her platformda Asik Mahzuni`ye ilgi göstermis ve yasi çok genç olmasina karsin aralarina büyük bir ozanin katildigini ifade etmistir. Mahzuni`nin Imam Hüseyin`e yazdigi mersiye 1967 yilinda bir muhabbet sofrasinda Fikret Otyam tarafindan kaydedilmis ve üç yil önce albüm olarak piyasaya çikmisti. Bir senfoni niteligindeki bu eserden sonra da Mahzuni, tasavvuf konulu deyisler üretmeyi sürdürdü ve asil ününü bu alanda yapti.

Anadolu halk ozanligi geleneginde önemli bir kilometre tasi olan Asik Mahzuni Serif, 17 Mayis 2002`de Köln`de Hakka yürüdü. Asik Mahzuni Serif son yüzyilda yasayan halk ozanlarinin kuskusuz en ünlüsüydü. O nedenle öldügünü haber yapan yazili basin ve televizyon kuruluslari onu "yüzyila damgasini vuran ozan" olarak tanimladi. Ölümü, Türkiye`de ve Türklerin yasadigi ülkelerde büyük yanki uyandirdi. Mahzuni Serif, hiçbir halk ozanina, sanatçiya, hatta politikaciya kolay kolay nasip olmayacak görkemli bir törenle son yolculuguna ugurlandi.





Yavuz TOP


1950 yılında Erzincan`ın Tercan ilçesinde doğdum. O yıllarda Tercan ve civar köyleri Erzurum`a bağlı olduğundan, nüfusum Erzurum `un Aşkale ilçesine kayıtlıdır.

7 yaşımdan beri "bağlama" çalmaktayım. 1967 yılında, 17 yaşımda iken TRT İstanbul Radyosu sınavlarını kazanıp "Yetişmiş Bağlama Sanatçısı" olarak, hiçbir staj ve kursa tabi tutulmaksızın yayınlara katılmaya başladım. Müzik çevrelerinde süratli bağlama çalmam nedeniyle virtüöz olarak nitelendirilmekteyim. 1976 yılında açılan İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı`nda "Bağlama Hocası" olarak görev yaptım. 1980 yılında bu görevimden ayrıldım.

Halk müziğimizin çağdaşlaşabilmesi ve evrensel düzeye gelebilmesi için, çalışmalara başladım. Bunun için halk çalgılarından oluşan bir orkestra kurdum.

Halk müziği tarihimizde ilk kez "Çok Sesli Halk Müziği" denemeleri yaparak, televizyon ve radyolarda yayımlanmasını sağladım. Bu çalışmalar sırasında halk müziğindeki yaylı grubu ve bas eksikliğini görerek Asya ve Anadolu kaynakları araştırmalarımla "halk müziği kontrbası, halk müziği çellosu, halk müziği kemanı (yaylı kopuz, ıklığ) yaptım ve halk müziği çevrelerinde kullanılmasını sağladım. Bu çalışmalarla müziğimizi geliştirirken o müziği üreten müzik aletlerinin de evrimini tamamlamasını ve kaybolmaya yüz tutmuş müzik aletlerimizin günümüzde yeniden kullanılmasını amaçladım. Bağlama sanatçılığının yanı sıra sesimi de kullanarak yedi tane kişisel, yedi tane de "Muhabbet Grubu" diye bilinen arkadaşlarımla albüm yaptım.

Londra, Kopenhagen, Paris, Kôln, Viyana, Amsterdam, Lahey, Metz, Berlin, Zürich, Lozan, Bern, Sydney, Melbourne, Frankfurt gibi dünyanın çeşitli kentlerinde halk müziğimizi başarıyla temsil ettim. Tarihinde ilk kez Timur Selçuk şefliğinde, Devlet Senfoni Orkestrası ile konserler verdim. Gerçekleştirdiğim film müzikleri ile çeşitli ödüller aldım. 300`e yakın halk türküsü derleyerek halk müziği repertuarımıza kazandırdım (Gafil Gezme Şaşkın ve Yarim Senden Ayrılalı gibi çok sevilip sôylenen türküler de bunların içindedir). Halk Müziği formunda 50`ye yakın türkü besteledim (Sevdiğim Bir Gün Bana ve Bu dert Haktan mı gelmiştir bunlardan sadece ikisi).

Halk müziğinin kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi ve yaygınlaşabilmesi için, açmış olduğum müzik merkezinde yüzlerce öğrenci yetiştirdim. Bunlar Ankara, İstanbul, İzmir, Erzurum radyolarında ve çeşitli devlet korolarında ses ve saz sanatçısı olarak görev yapmaktadırlar.

Halen T.C. Kültür Bakanlığı bünyesinde solist sanatçı olarak görevliyim. İstanbul-Kadıköy`de adımı taşıyan "Yavuz Top Halk Müziği Merkezi`nde hocalık ve yôneticilik yapmaktayım.

Ülke insanımızı,çeşitli müziklerin etkisinden kurtarabilmek, kendi müziğimizin günün müzik ihtiyacı ve soundunu yakalamakla olası olduğunu düşünüyorum. Halkı sevmenin yolunun halkın ürettiği güzellikleri (müzik, edebiyat vs.) sevmek ve kuşaktan kuşağa aktararak yaşatmakla ilgili olması gerektiği inancımdan dolayı yaşamımı bu anlayışa göre düzenlemiş durumdayım. Lise mezunuyum, evliyim ve Ezgi adında bir kızım var.

,

Özlem ÖZDİL



Özlem ÖZDİL 1979 yılında Almanya'nın Hannover kentinde dünyaya geldi. İlk bağlama ve repertuar derslerini babası Dursun Özdil'den aldı.
Geçmişten aldığı geleneğin bugünün değerleri ve gerçeği ile yoğurarak daha büyük ve köklü bir geçmişi gelecek nesillere aktarmak... Özlem Özdil tarihler arası bu köprü görevinin büyük bir sorumluluk ve disiplin gerektirdiğinin farkındadır. Bu sorumluluk bu kültürün sözel temsilcileri olan her sanatçının temel görevleri arasındadır. Bu bakış açısı sanatçının her an kendini yenileme zorundalığını da beraberinde getirir. Özdil iyi bir müzik eğitimi almak için Türkiye'ye geldiği zamandan bu yana genç yaşına rağmen kendini bu anlamda yenilemeyi başarmıştır. Bu farkındalığın yaratılmasında şüphesiz yıllardır Özdil üzerinde değerli emekleri olan Yapımcı - Prodüktörü ve aynı zamanda eğitimcisi Sayın Sinan Çelik'in büyük katkıları olmuştur. Onun son derece değerli bir sanat adamı olması, sanata bakış açısı, sorumluluk ve disiplin bilinci Özdil'i yönlendirmiştir.Aynı zamanda Özdil'in halk müziğinin ustaları olarak tanımladığımız duayenleri,Musa Eroğlu,Güler Duman,Çetin Akdeniz ve Güray Hafiftaş ile zaman zaman yaptığı ortak çalışmalar da ilerlemesinde etkili olmuştur.

Özlem Özdil'in halk müziği alanında iki önemli başlıkla değerlendirilmesi gerekmektedir;

Her türküde, hüznü, coşkuyu, sevgiyi, aşkı en duru şekilde sunan ses, yorum...

Anadolu'da aşıklar türkülerin ve deyişlerin o güçlü yorumcuları, en azından litaratüre geçen isimler erkeklerin sayısal yoğunluğu bilinmektedir. Fakat bu gerçeğin hemen yanı başında Anadoluda binlerce kadın çocuklarına ninni okurken, ölülerine ağıt yakarken, düğünlerinde zılgıt sesi ile, yada gurbet yolcusu beklerken.... ve daha nice sebeplerle, hatta bazen sebepsiz, ilahi bir aşkla Anadolu erkeğinin hemen yanıbaşında türküler okuyor. Özlem Özdil'in o genç kadın sesinde bu binlerce duygunun ve sesin en duru halini kolaylıkla bulup peşinden sürüklenebilirsiniz.


Diğer önemli başlık, onun çok küçük yaşlarda bir enstrumanla başlayan yolculuğudur. Onu ilk olarak bu yolculuğa çıkaran babası Dursun Özdil olmuştur. Almanya'da gittiği bir konserde genç ozan Hasret Gültekin ile tanışma fırsatı bulan Özdil, Gültekin'in şelpe tekniğinden etkilenerek çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır. Bugün Özdil şelpe tekniğinde oldukça önemli yol kat etmiş durumda,ama o buna rağmen bağlama icrasında ustalığının yöre tavırlarında yoğunlaştığını söylüyor. Ustaları onun için o bir genç usta olma yolunda diyorlar, öyle olmalı çünkü o istanbu'un önemli sanat merkezlerinde ve Avrupa'nın çeşitli kentlerinde yıllardır resitaller vermektedir. Şu an Özdil Sinan Çelik denetimde Çetin Akdeniz ve Güray Hafiftaş ile bağlama çalışmalarına devam etmektedir.

Dinlediği ustalardan, arşiv kayıtlarından her defasında yeni bir şey keşfetmeye çalışmak onların her tınısında onları yeniden e derin şekilde anlamaya gayret etmek, 'Bağlama icrasında yürüdüğüm yol hiç bitmedi, bitmeyecek...' der gibi her gün saatlerce bağlamaya yoğunlaşmak bu yolculukta ne kadar ciddi ve samimi olduğunun göstergesidir.
Onu izleyenlerin söylediği ortak bir cümledir şu; 'Bir Anadolu kadının eline bağlama ancak bu kadar yakışabilir....'


                                        

Sabahat AKKiRAZ

Sabahat Akkiraz 1955’te Sivas’ta doğdu. Ailesinde müzikle uğraşanlardan etkilendi. Akkiraz`ın sanata yönlenmesine ise ilkokul öğretmeni öncülük ederek, baba Akkiraz bu konuda ikna etti. Böylece, Sabahat Akkiraz, daha 13 yaşında Arif Sağ ve Orhan Gencebay’ın sazları eşliğinde ilk 45’lik plağını Mahmut Erdal ile çıkardı. Aynı yıl ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşti. Orta ve lise eğitimini bu ülkede tamamladı. Bu süreçte müzikten hiç kopmadı. Ustalarım dediği; Feyzullah Çınar, Aşık Daimi, Davut Sulari ve Muhlis Akarsu ile tanıştı ve desteğini gördü. 1983 yılında ilk profesyonel albümü "Şafak Söktü"yü Musa Eroğlu ile yaptı.
1985 yılında İstanbul`a taşındı ve aynı yıl Arif Sağ ile çalışmaya başladı. Şimdiye kadar 13 albüm, 7 LP yaptı. Albümlerinde çoğunlukla kendi derlediği Türküleri, deyişleri ve uzun havaları seslendirdi.

Seslendirdiği derlemeleri dışında yüzlerce derlenmiş eseride arşivinde bulunmaktadır. 1996 yılında London Jazz Festivaline davet edildi. Grand Union Orchestra ile Echoes From Anatolia (Anadolu`dan Yansımalar) projesini hazırladı. Başta London Jazz Festivali olmak üzere Londra, Dublin ve Glasgow da 10 konser yaptı. Bu çalışma aynı zamanda bir halk müziği sanatçısının jazz ve Türküler üzerine hazırladığı ilk uluslararası proje olması açısından da önemlidir.

1999 yılında Queen Elizabeth Hall’de "Womens of Tradition’’ projesinde Türkiye`yi temsil etti. Aynı yıl Echoes from Anatolia konserleri Redgold Music tarafından kaydedildi ve tüm dünya da satışa sunuldu.

2000 yılının Şubat ayında Fransız Kültür Bakanlığı tarafından Fransa’ya davet edildi. 11 Subat 2000 Cite de la Musique Paris, 13 Şubat 2000 Dieppe Ulusal Sahne, 15 Şubat 2000 Saint Claude Şehri kültür merkezinde 3 konser verdi. Aynı yılın Haziranında Lyon da "Doğu Festivaline" çağırıldı. 25 Kasım 2000 de Etnik müziğin mabedi kabul edilen "Theatre de le ville" de konser verdi. Fransız-Belçika ortak yapımı olarak hayatı ve çalışmaları belgesel yapıldı. Bu belgesel Mezzo ve Muzzik adlı tv kanallarında yayınlandı. Belgesel yakında tüm dünyada yayınlanacaktır. 2001 Şubatında Hollandalı ünlü şanson şarkıcı Jasperina De Jong ile 5 konserlik Hollanda turnesi yaptı. 31 Mart–1 Nisan tarihlerinde Brezilyanın Sao Paolo kentinde iki konser veren Akkiraz Türküleri ilk defa Güney Amerika`ya okyanus ötesine taşıdı.

Sanatçının yukarıdaki konserlerini ve organizasyonlarını gerçekleştiren HITIT Production(www.cafeturc.com) tarafından yapılan; belgesel film, Brezilya konseri ve şu anda Fransa`da piyasaya çıkmış olan ve tüm dünyada satılacak LONG DISTANCE label`inin ürünü "CHANT ALEVIT" SABAHAT AKKIRAZ CD`si, HITIT`in sanatçıyı tanıtmak amacıyla gerçekleştirdiği çalışmalardır. Ayrıca Akkiraz, Almanya`da ilk kez Türk olmayan dinleyicilere 6 Ocak 2002 tarihinde Almanya`nın Duesseldorf şehrinde, Fransız Kültür Merkezinde konser verecektir.


Özay GÖNLÜM

 
Türk dinleyicisi onu peruk saçı, şık takım elbisesi ve yeleği, kolunda tesbihi, sazının altında bacağına serili mendili, ayağında çizmesi ile Ege yöresinden derlediği türküleri ama illa ki de "Ninenin Mektupları" ile tanıdı. Teatral yeteneği, yöresel icra tekniği, vokal yorumu ve "yâren"i ile Türk Halk Müziğinde bir ekoldu Özay Gönlüm.

Özay Gönlüm baba tarafından Denizliliydi. Babasının askeri görev aldığı Erzincan´da 1940 yılında doğdu. Küçük yaşta ağız armonikası çalarak müziğe başladı, ortaokul yıllarında keman çaldı. Bağlama çalmaya başladıktan sonra, 1965 yılında köy köy dolaşıp derlemeler yapmaya başladı. Özellikle Ege yöresinden pek çok türkü derledi. Yurttan Sesler´in kurucusu Muzaffer Sarısözen´in davetiyle Ankara Radyosu Yurttan Sesler programına misafir sanatçı olarak katılmaya başladı.

Kısa bir süre M.E.B. Film ve Radyo Telavizyon Merkezi´nde çalıştıktan sonra Yurttan Sesler´de "yetişmiş saz sanatçısı" olarak çalışmaya başladı.

1973´ten sonra on yıl kadar İzmir Fuarı´nda sahne aldı. Özellikle bu yıllarda şöhreti yayıldı. Pek çok 45´lik ve uzunçalara imzasını attı. Kendi derlediği ve TRT repertuarına kazandırdığı yüzlerce türküden "Çöz de al Mustafa Ali", "Sobalarında kuru meşe", "Denizli´nin horozları", "Evlerinin önü bulgur kazanı", "Avşar Beyleri", "Cemilemin gezdiği dağlar meşeli", "Tepsi tepsi fındıklar", "Şu dağlar tepe tepe"yi bu dönemde plaklara okudu. Ama asıl satış rekorlarını "Ninenin Mektubu" plaklarıyla kırdı. Onlarca mektubu plaklara okudu. Denizli şivesi ile anlattığı bu hikayeler ve fıkralar çok sevildi. Saz çalıp söylemenin yanına şovmenlik ve taklit yeteneğini de katmıştı.
Gönlüm, radyo programlarında bağlama çalmasına rağmen cura ve "şelpe" tekniğine de çok önem vermiştir. Ege yöresinde Ramazan Güngör´den Hamit Çine´ye kadar bir çok cura çalanla çalışmış, katıldığı programlarda her boydan cura çalmıştır.
70´li yılların sonunda esprili kişiliği ve türkülerinin yanı sıra bağlama yapımcısı Cafer Açın´a yaptırdığı "yâren"i ile de ünlendi. Cura, bağlama ve çöğürü içeren bu sazla televizyon, radyo ve konserlerde şovlar yaptı.

TRT için pek çok alanda çalışan Gönlüm, 80´li yıllarda Maliye Bakanlığı´nın televizyon için hazırladığı KDV reklamlarında oynadı. Ayrıca bazı radyo tiyatrolarında, tarıma ve çocuklara yönelik televizyon programlarında yer aldı.

Yâren"ini yanına katıp 42 ülkede konserler veren Özay Gönlüm, Kültür Bakanlığı Hagem´de Repertuar Kurulu üyeliği, TRT Türk Halk Müziği Repertuar Kurulu üyeliği ve birçok sınavda jüri üyeliği görevlerinde de bulundu. Son süreli yayını olan TRT 1´deki "THM İstekler Programın"da dinleyicileriyle buluşan Gönlüm, yâreni, boy boy curası ve söylediği türkülerle Türk dinleyicisine yine doyumsuz geceler yaşatıyordu.

Özay Gönlüm, 1 Mart 2000 Çarşamba günü, birkaç gündür tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Hastanesi´nde gece yarısına doğru solunum yetmezliğinden vefat etti. Hiç kimsenin beklemediği bir anda neşeli simasını ve türkülerini sevenlerinin anılarında bırakan Gönlüm, Türk Halk Müziği repertuarına da derlediği 1000 kadar ezgiyi bırakmıştı.


Özay Gönlüm´ün TRT repertuarında yaklaşık olarak derlenmiş 44, kaynaklık ettiği 8 türkü bulunmaktadır. Derlediği türkülerden bazıları:
Cemilemin gezdiği dağlar meşeli, Dam ardıne dolaştım, Elindedir bağlama, Et aldım elim yağlı, Gara gabak kökeni, Osmanım mendili saman sarısı, Şu dağlar tepe tepe, Zobalarında guru meşe yanıyor...


Erdal ERZİNCAN


2 Mayıs 1971 yılında Erzurum ili Aşkale ilçesi Sos (şimdiki adı Dallı) köyünde doğdu. 7 yaşında usta - çırak geleneğiyle bağlama çalmayı öğrendi. 1981 yılında İstanbul`a yerleşti. 1985 yılında sistemli olarak ASM`de (Arif Sağ Müzik Okulu) bağlama dersleri almaya başladı. 1989 yılında İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) Türk Müziği Devlet Konservatuarına girdi ve yine bu yıllarda şelpe tekniği ile ilgili çalışmalara başladı.

1994 yılında müzik çalışmalarına merhaba diyen sanatçının bugüne kadar "Töre, Garip, Gurbet Yollarında, Anadolu (enst.), Al Mendil" adlarında 5 solo albümü yayınlandı. Ayrıca Arif Sağ ve Erol Parlak ile Köln Flarmoni orkestrası eşliğinde Almanya Cumhurbaşkanı Sn: Roman Herzog himayesinde Köln Flarmoni Salonundaki Concerto For Bağlama isimli konserleri 1997 yılında albüm olarak yayınlandı.

Bu konserler Avrupa`nın çeşitli ülkelerinde devam etti. 1998 yılında Tolga Sağ ve İsmail Özden ile beraber yaptıkları bir çalışma olan "Türküler Sevdamız 1", 2001 yılında ise Tolga Sağ ve Yılmaz Çelik ile beraber yaptıkları "Türküler Sevdamız 2" isimli albümleri yayınlandı.

Halen Güvercin Müzik Yapım bünyesinde çalışmalarına devam eden sanatçının yeni bir solo albümü yakın zamanda müzik piyasasına çıkacak. Erdal Erzincan kendi adını taşıyan özel müzik okulunda ise genç kuşaklara halk müziği alanında hizmetlerini sürdürmektedir.

Erdal Erzincan, geleneksel türkü ve deyişleri söylemenin yanısıra derleme çalışmaları da yapmaktadır. Ayrıca Erzurumlu Emrah, Karacaoğlan, Kemal Eroğlu, Mevlüt Doğan, Garip Bektaş gibi şairlerin şiirlerini de bestelemiştir.


Musa EROĞLU



1946 yılında İçel`in Mut Kazası`nda doğmuşum. Ortaöğrenimimi Mut`ta tamamladım. Mut`ta eğitmenler çoktu, o zamanlar. 1953`lerde, 2500 nüfuslu bir ilçeydi, Mut. Bizim köy Maçkuru Köyü. 1870`lerde Malatya`dan Adana`ya gelenlerin, Cumhuriyet öncesi siyasal yapının verdiği bir görüntünün yansımaları olan uçbeyliklerin teşekkülüyle oluşmuş bir yerleşim vardı. Hatta bizimkiler sanki burada beylerin olması gibi bir durum varmışcasına, buralara "üçbeylik, üçbeyler" derlerdi.O zamanlar davar güderek aileme katkıda bulunuyordum. O tarihlerde cumartesi öğlene kadar okullar açıktı. Bir pazarımız vardı. Pazartesi günleri davar güdüyordum. İki gün çalıştığımda, on kuruş para alıyordum.Ortaokullarda hocalarımız yöresel unsurlara, folklora, oyunlara çok önem veriyorlardı. Ortaokuldayken bir müsamerede bana "Karacaoğlan"ı oynatmışlardı.Saz çalıyordum. Saz çalma babadan-dededen kalma gelenekti, aslında. Bunu öğrenmek adeta zorunluluktu. Esasında bizim köyün dışında, Mut`tun diğer köylerinde saz çalmak-türkü söylemek pek yoktu. Yörede "Karacaoğlan"la ilgili geleneği, şenliği sürdüren bir köydü, bizimkisi. Çevrede davul-zurna dışında müzikal pek bir renklilik yoktu. O yüzden bizim köy biraz da dışlanmıştı, çevre köylerce. O Karacaoğlan şenliğindeki rolüm, beni çok etkiledi ve böyle sürüp gittiSürekli çalışarak, kendimi geliştirerek sanatımı bugünlere getirdim. Bu sanat ve her sanat için bir ömür yetmez aslında. Bir altyapı zaruri, okul zaruri tabii eğitim temel zaruriyet. Mut`ta bir folklor gurubu oluşturuldu. Ben orada görev aldım. O Karacaoğlan oyununun, beni peşinden sürükleyen o oyunun peşinden gittim hep.

Gezebildiğim bölgelerde, Trakya hariç, Anadolu`nun birçok köyüne ulaştım. Sadece Çorum`da 340 köy gezdim. Anadolu`da gördüğüm şu; yaşamların inançların yüzde doksanı ortak. Gelenek ve görenekleri ortak. Yani ortak bir kültürleri var. Anadolu`daki kültür zamanla bir mozaiğe dönüşmüş. Biz kendi gelenek ve göreneklerimizi "şehirli kalıbı" içine oturtmaya çalışmışız. Şehirle özdeşleştirmeye çalışmışız. Halbuki, çok uzunca bir evrim bu. Belki göçebe yaşamı şehirli için garip gelebilir; ama şehirlinin büyük kısmı huzursuzdur, yaşamından. Kırsal alandan şehre göçte, yozlaşma yaşamış. Alt yapıya uyum yok. Sorunlar çok. Dil mesela, hiçbir zaman köydeki, obadaki, yayladaki insan şehirdekiler gibi konuşamaz. Konuşması da beklenemez. Benim için bile bu böyledir. Şehir bambaşka, şehircilik bambaşka bir şeydir. Bu taşınmayla gelen insanlar, korunmuyor. Kurban Bayramı`nda apartmanda kurban kesen insanının çaresizliğini düşünün. Halbuki o insan köydeyken, bunu çok doğal ve rahat yapıyordu. O kültür şehre taşınmamış demek ki. Kültürel öğeler budanmaya başladığı zaman, o güzel türkülerle yoğrulan insanların ileriye doğru bakışları da törpülenmiştir. Bu yüzden boşluktadır. Köyde doğmuş, büyümüş, olan biri olarak, her sene köyümü ziyaret ederim. Bu bir hasrettir. Bunu hiç ihmal etmedim. Şimdi köyle şehir, şehirli ve köy kökenliler arasında bir kopukluk var. Keşke bu kopukluk giderilebilse. Böyle bir toplumda müzikle, gelenekle, türkü de törpülenir.

Anadolu`daki müzik formu incelenirse, Ege Bölgesi`nde geniş bir müzik formu olduğu görürüz. Mesela o zeybeklerdeki incelikler, etimolojik yapıdaki güzellik, estetik ne kadar hoş. Sözler çok az, müzik daha fazla. İç Anadolu`da sözler daha fazla, müzik daha az. Ege ve Karadeniz: Ege`de, ihtiyaçtan dolayı (sosyolojik nedenlerden taassuptan filan kaynaklanan) müzikli renklilik çeşitlilik var. Bunu çalıyor. Daha evvel ne yapıyor? Boğaz havası dediğimiz bir şey var. İlk önce havasıyla yüksek perdeden ihtiyaçlarını seslendiriyor. Bu ihtiyaç, bir alt yapıdan doğuyor. 30-40 bin kişilik konserler yapılıyordu, Ege`de. Müziklerin bu kadar çeşitli olmasının Grek Kültürü`yle mutlaka bir ilgisi var. Rodos`tan, Girit`ten derlenen türkülere baktığımız zaman, sadece sözleri farklı. Yunanca söylüyor, biz burada onun Türkçesi`ni söylüyoruz. Bu müzik, bu halkın alt yapısının rafineliğinin yansımasıdır. Doğu Anadolu`da ise, iki veya üç dört sesten oluşuyor melodiler. İç Anadolu`da da daha az. Karadeniz`de geçmişteki Pontusların torunları vardır. Ama bir kemençenin çalımı, hiç de küçümsenecek birşey değil. Tüm Anadolu`nun incelenmesi gerekiyor yani teker teker.

1965`teki iki tane 45`lik yaptım. Dinsel motifli şeyler okumuştum. O günden bugüne 1979`de bir uzunçalar yaptım. 15 tane kaset yaptım. 45`likleri sayamıyorum. Daha fazla. Ayrıca sanatçı kardeşlerimle yaptığım ortak çalışmalar da oldu. 8 kaset var. "Muhabbet" adını vermiştik adına. En son Arif Sağ`la resital şeklinde yapmıştık. Bir de en son UNESCO için bir çalışma yaptım. UNESCO`dan Henri le`Comte isimli bir Asya müzikleri araştırmacısı, sürekli gezilerle, incelemelerle müzik çalışmaları yapıyor. Bütün Türki Cumhuriyetler`inde çalınan müzik araçlarının çoğunun CD`lerini yapmış, kayıtları kendisi yapıyor. Benimle de bağlantıya geçti ve benimle de CD çalışması yaptı. 1980`li yıllardan itibaren müzik yönetmenliklerim var. Birçok müzisyenin yetişmesinde katkılarım vardır. Belkıs Akkale, Bedia Akartürk, Selda Bağcan, Ümit Tokçan.... Anadolu`daki semahların kaybolmaması için, "Bin Yıllık Yürüyüş" isimli 90 dakikalık 2 CD semahları yaptım. Ticari amaçlı değildir bu. İleriye kalabilmesi için kaybolmasın diye. Bunu halk kültürüne bir katkı olarak görüyorum. Bunları yaşama geçirmek için, 1980`den(1983) sonra insanlara bağlama felsefesini öğretmek için de bir dershane açtım.

Büyük usta Musa Eroğlu`nun halk müziğinde kaynak kişi, derlemeci ve besteci olarak eserleri mevcuttur bunlardan bazıları:

Kaynaklık ettiği türküler
Bir kere uğradım hakkın cemine, Bulut bulut üstüne, Ceviz arasında vardır evimiz, Geyinmiş kuşanmış yayladan gelir, Kullar olam seni doğuran anaya, Şu dağların yükseğine erseler, Şu yüce dağların karı eridi, Yatamadım gasavetten meraktan...
Derlediği türküler
Emirdağı Birbirine Ulalı, Dost Bağının Meyvaları Erişti...
Bestelediği türküler
Gönlümüze Yar Düşünce, Hey Erenler Pazarım Var, Mihriban, Telli turnam, Yol ver dağlar...


Arif SAĞ

1945 yılında Erzurum`un Aşkale ilçesinin Dağlı Köyü`nde dünyaya gelir.Çocukluğunun ilk yılları babasının değirmeninde geçer. Seslerin uyumu konusu belki de ilk olarak orada dikkatini çeker. Dinlediği ilk orkestra oradaki su ve değirmentaşıdır.

5 yaşında kavalla, 6 yaşında ise gramofon ve plakla tanışır. Kendi adı ile özdeşleşen bağlamayla 7 yaşında iken Erzincan`da Davut Sulari, Aşık Daimi, Ali Ekber Çiçek, Aşık Beyhani, Kemter Yusuf ve daha birçok sanatçının yetiştiği Kumaş Dede`nin dükkanında tanışır.

14 yaşına kadar aşıklık geleneğini öğrenip deyişler söylemeye başlayan sanatçı, sonraki yıllarda İstanbul`a gelir ve Aksaray Musiki Cemiyeti`nde Nida Tüfekçi`nin öğrencisi olur.
1960 ve 70`li yıllar Arif Sağ için müzikte arayış yıllarıdır ve bu donemde daha çok piyasa ve resmi kurumların müzik uygulamalarına ağırlık vermek zorunda kalır.
İlk plağı Gafil Gezme Şaşkın Bir Gün Ölürsün`ü bu dönemde, 1963`te çıkarır.1965`de İstanbul Radyosu`na bağlama sanatçısı olarak girer.

45`lik plak dönemi olarak bilinen ve yaklaşık 20 yıl devam eden bu süreçte 45`in üzerinde plak, 200`ün üzerinde beste yapar. Çeşitli sanatçılara bağlamasıyla eşlik eder, bestelerini de pek çok sanatçıya okutur.

1975`de kurulan İstanbul Devlet Türk Müziği Konservatuarı`na öğretim üyesi olarak giren Arif Sağ, halk müziği ve bağlama konusundaki akademik çalışmalarını da bu dönemde başlatır. 1982`de konservatuardan ayrılarak, kendi adına Arif Sağ Müzik Evi`ni kurar. Bu arada Musa Eroğlu, Muhlis Akarsu ve Yavuz Top gibi bağlamanın diğer ustalarıyla Muhabbet serisinin ilk albümünü hazırlar. Uzun bir zamana yayılan bu birlikte çalışma, beş albüm ortaya çıkarır.

1982 yılında İstanbul`da Şan Tiyatrosu`nda ilk Ba?lama Resitali`ni verir. Sonrasında bu dönemlerde Avrupa`nın bir çok ülkesinde ve Japonya`da halk müziğimizi ve bağlamayı tanıtan konserler verir.

Ülkemizde müzik alanında kişisel renklere ve üstün yeteneklere sık rastlanmasına rağmen, bağlama çalgısında bir ekol yaratan sanatçı sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Bağlamaya teknik bakımdan hakim oldu?u kadar Arif Sağ`ın icrası, yerel tavırlar, repertuar ve duygu bakımından da zenginliklerle doludur. Belkide bu özelliğinden dolayı bağlamanın ikinci yaratıcısı Arif Sağ demek aynliş olmaz. Çünkü Arif Sağ ekolunun bir sonucu olarak şimdi halk müziğine gönül vermiş her evde bir bağlamaya rastlamak mümkündür.
Halk müziği ve bağlama alanında özgün arayışlarını yoğunlaştırarak sürdüren Arif Sağ, 1987-1991 döneminde parlamentoda milletvekili olarak bulunan ilk sanatçıdır.

5 Mayıs 1996`da Almanya Cumhurbaşkanu Sayın Roman Herzog`un desteği ile Köln Flarmoni Orkestrası ile Köln Flarmoni Salonu`nda verdiği konserle Anadolu müziğinin batıya tanıtılmasına ciddi katkılar yapmıştır. 1996 yılında Köln Senfoni Orkestrası eşliğinde Erdal Erzincan ve Erol Parlak `la birlikte Köln`de verdiği konser büyük ilgi görür ve yine aynı yıl Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen özel ödülü alır.

Arif Sağ, sazında, günlük yaşamın ekmek-su gibi doğal bir parçası sayılan Anadolu Aleviliği`nin "aşık-ozan" geleneği ortamında yaşayarak yetişmiştir.

İspanya`nın ünlü Flamenko gitaristi Toma Tito ile Avrupa`nın 12 ayrı şehrinde konserler vererek bağlamanın yurt dışında tanınmasını ve hak ettiği övgüyü almasını sağlamıştır. Takdir edilecek diğer bir husus müzikle birlikte saygıya değer bir kültüründe tanıtımına verdiği katkıdır.

Sanatçı evli ve iki çocuk babasıdır



                                                                   

Ali Ekber ÇİÇEK




Ondörtbin Yıl Gezdim Pervanelikte,
Sıdkı İsmin Duydum Divanelikte.
İçtim Şerabını Mestanelikte,
Kırkların Ceminde Dara Düş Oldum.
Kırkların Ceminde
Haydar,Haydar Haydar Haydar,
Haydar Haydar Haydar Haydar,
Haydar, Dara Düş Oldum.

1935 Erzincan Ulular Köyü doğumlu Ali Ekber Çiçek, babasını 1939 Erzincan depreminde yitiriyor ve çok küçük yaşlarda rençberlik yapmaya başlıyor. Bu arada bağlamayı öğreniyor ve cem toplantılarında kulağı Alevi deyişleri ve ezgileriyle doluyor.
İlkokul öğreniminden sonra maddi olanaksızlıklar sonucu öğrenimini sürdüremiyor, ancak ağır yaşam şartlarına karşın müzikten hiç kopmuyor. Müzik aşkı ağır basınca İstanbul`a göç ediyor ve halk müziğinin önemli isimleriyle tanışyor. Vatani görevi sonrası radyoya giriyor ve 35 yılı aşkın bir sürede 400`den fazla yapıtı yorumlayarak geniş kitlelere ulaştırıyor.
Halen TRT arşivlerinde ustanın 54 kaseti olduğu söyleniyor. Birçok ülkede konserler ve üniversitelerdeki sohbetler aracılığıyla bu toprakların sanatını dünyaya taşımaya çabalamış Ali Ekber Çiçek, bir kaynakta yolunu şöyle özetliyor:
"Gerçekleri göstermek, gerçeğe kavuşmak ve gerçeği olduğu gibi insanlara anlatmak için çalışmış bir insanım. Cahilden uzak, kâmile yakın oldum; büyüklerime saygı ile, küçüklerime sevgiyle yaklaştım. Konuşulan her kelâmı ibadet gibi dinledim, kimseyi acizlik ve bilgisizlikle itham etmedim... Bu icraatım boyunca hiçbir maddi menfaat sağlamadan, insanların duygularını sömürmek gibi bir yanlışlığa meydan vermedim."




15 Mayıs 2011 Pazar

Neşet ERTAŞ



Kimdir Neşet Ertaş? Sarısözen´in tabiri ile bir zamanlar sadece ve sadece "Kırşehirli Mahalli Sanatçı" olarak bilinen Neşet Ertaş´ı binlerce, hatta milyonlarca saz çalıp türkü söyleyen diğerlerinden ayıran nedir? Onun sazımn ve sesinin insanı büyüleyen sırrı nereden gelmektedir? Neredeyse yarım asra varan bir süreden beri gerçek anlamda gönül telimizi titreten, ruhumuzu ürperten bu esrarlı sesin, sazın ve yorumun arka planında neler ve kimler vardır?
Sazı gümbür gümbür ses veren, adeta davula eşlik edercesine sazının göğsünde pençesiyle sesler çıkaran, hep samimi ve kendi halinde yüreğinin acılarını ve kendi iç gurbetlerini seslendiren; hiç bir medyatik tutumu olmayan, kalabalıklardan ve şöhretten adeta köşe bucak kaçarak pek ortalıklarda görünmeyen; mezhep, parti ve etnik kimlik
çağnsımlanna pirim vermeyen, sazından, sözünden ve sesinden gayri hiç bir şeyden medet ummayan bu "Garip" insanı tanımak kadar tanımlamak da gerçekten zor.


Ayaklarının altındaki toprağın renginden, kokusundan haberdar olan,bastıkları yeri az çok tanıyan, yürekleri hep türkülerle birlikte atanlar için Neşet Ertaş, belki de tam bir "yaşayan efsane"; meçhul, uzak, esatiri ve sırlarla dolu...

Neşet Ertaş´ın bir iki cümlede özetlenebilecek resmi biyografisi bize belki sadece ipuçları verebilir. Onun "1938 yılında Kırtıllar Köyü´nde Döne´den doğma Muharrem Ertaş´ın oğlu" olduğunu; Kırşehir, Yozgat ve Keskin´in çeşitli köylerinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarının ardından, 15 yaşında çıktığı gurbet hayatinin hala devam etmekte olduğunu bilmenin fazla bir anlamı olmayabilir. Neşet Ertaş´ı tanımak, asıl onun ruh ve gönül macerasım bilmeyi gerektirir ki burada hemen karşımıza, Neşet Ertaş´la en rafine üslubuna kavuşan Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ustalanndan olan babası Muharrem Ertas karşımıza çıkar.

İşte Neşet Ertaş, babası Muharrem Usta ile adeta Anadolu´daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasım sağlamıştır.

1960´lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan;sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi musiki çevreleninin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş´ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekiyor- Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve söylediği türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem Ertaş´tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali´den de ayrılır. Bir başka söyleyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.

Neşet Ertaş´ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı i1e o kadar içice ki, çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikayesini bulmak mümkün olduğu gibi, hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz hemen. Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatım "Garip" mahlasıyla yazdığı koşma tarzında usta işi şiirlerle anlattığı ozan yönünü yıllarca kimse farketmedi bile. Babasından tevarüs ettiği geleneksel ve anonim türkülerin, bozlakların dışında, sözleri kendisine ait türküler, bozlaklar söylediğini de farkeden olmadı yıllarca. Sözü ve müziği ile, anonim türkülerdeki erişilmez sadeliği ve estetik seviyeyi yakalayan sayısız türkünün, bozlağın altına attığı mütevazı imzasını kimselere söylemedi bile.

Neşet Ertaş o büyük yaratıcı yeteneği ile okuduğu her eseri yeni baştan öyle bir yorumlar, ona öyle bir ruh ve hava verir ki, adeta yeni bir beste ile karşı karşıya olduğunuzu dahi sanabilirsiniz. Bu durumu, yeteneği, kültürü ve birikimi oldukça sınırlı sığ ve sıradan sanatçıların yorum adına yaptıkları "dejenerasyon" ile karıştırmamak gerekir. Çünkü Neşet Ertaş kendisine ait olmayan bir türküyü bi1e öyle bir okur ve yorumlar ki, o türkü o şekliyle yıllar öncesine ait bir Neşet Ertaş türküsü gibidir artık.

Olağanüstü denilebilecek yeteneği, geleneğe hakimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığı, yeni zamanların modern zevk ve eğilimlerini gözeten diri ve uyanık tecessüsü ile Neşet Ertaş, hep gündemde kalmış bir sanatçıdır. O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustası... Türküyü bağlamaya, bağlamayı türküye bu kadar yakınlaştıran ve yaklaştıran, adeta birbirlerinin içinde -kendisi ile birlikte- eritip yok eden ikinci bir sanatçı bulmak öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerek.

Neşet Ertaş´ın sanatı; müziğin özünü, ruhunu kavrayan birinin, hiç bir yapmacıklığa tevessül etmeden, olduğu gibi kendini, kendi özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmesidir.

                                          

                                                                frtisk.blogspot.com